Ülkemizde gelecek kuşakların gıda ihtiyacının garanti altına alınması için tarımda sürdürülebilirlik şarttır
Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, çevre sorunlarının tüm canlı yaşamın geleceği için büyük tehdit halini aldığını bildirerek, “hava, toprak, su kaynaklarının kirlenmesi, küresel ısınma sonucu meydana gelen iklim değişikliği, temiz su kaynaklarının giderek azalması, erozyon, toprağın bozulması, biyolojik çeşitliliğin tehdit altında olması ve dolayısıyla doğal kaynakların yok olmaya başlaması başlıca çevre sorunlarını oluşturmaktadır” dedi.
Bayraktar, 5 Haziran Dünya Çevre Günü dolayısıyla yaptığı açıklamada, 1970’li yıllardan itibaren hızla artan dünya nüfusu, plansız sanayileşme, sağlıksız kentleşme, nükleer denemeler, bölgesel savaşlar, verimi artırmak amacıyla kullanılan tarım ilaçları, yapay gübreler ve kimyasal maddelerin kullanımının giderek yaygınlaşmasının çevre kirliliğine ve sorunlarına neden olduğunu belirtti. Şemsi Bayraktar, gerekli çevresel önlemler alınmadan, arıtma tesisleri kurulmadan, geri dönüşüm alanları hazırlanmadan üretime geçen sanayi tesisleri veya sanayi bölgelerinin, ormanların tahribinin, yangınların, arazilerin yanlış kullanımının, erozyonun, aşırı otlatma sonucu doğal bitki örtüsünün tahribinin, maden, kireç, taş ve kum ocaklarının faaliyetlerinin de çevreyi kirleten faktörler arasında sayıldığını bildirdi.
-“Kirlenme artık canlıların yaşamını tehdit eder boyutlara ulaştı”-
Sonuç olarak kirlenen hava, su ve toprak kaynaklarının günümüzde artık canlıların yaşamını tehdit eder boyutlara ulaştığına dikkati çeken Bayraktar, şunları kaydetti:
“Ülkemizde de çevre sorunları, bölgelere göre değişmekle beraber özellikle sanayileşmenin yoğun olduğu bölgelerimizde insan sağlığını tehdit eder noktalara ulaşmıştır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı verilerine göre, illerde su kirliliği, hava kirliliği, atıklar, gürültü kirliliği, erozyon öncelikli sorunlardır. Erozyon, ülkemizin çok büyük bölümünde görülen, Türkiye’nin her yıl zengin toprak yüzeyinin yok olmasına yol açan başta gelen sorunlarımızdan biridir. Yine atık sorunu önem taşımaktadır. Su kaynaklarımız hızla kirlenmektedir. Yanlış sulama özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgemizde toprakta tuzlanmaya, çoraklaşmaya neden olmaktadır.
Özellikle nehir ve akarsulara kentsel kanalizasyon sularının arıtılmadan veya kısmen arıtılarak yüzey sularına deşarj edilmesi, kanalizasyon sistemlerinden ve açıktaki katı atık yığınlarından kaynaklanan sızıntıların yer altı sularına karışması kirliliğe neden olmaktadır. Tarımsal faaliyetlerden kaynaklanan zirai mücadele ilaçlarının ve gübrelerin aşırı ve bilinçsiz kullanımı özellikle akarsulardaki su kirliliğini hızla artırmaktadır. Sanayi faaliyetleri sonucu meydana gelen atıklar, akarsuları ve yer altı sularını kirletmektedir. Anız yakma ve kaçak avlanma da biyolojik çeşitlilik üzerinde tehdit oluşturmaktadır.
Kocaeli’nin Körfez bölgesi ve çevresi sanayi atıklarından büyük oranda kirlenmiştir. Ergene Havzası, sanayi ve tarım kökenli kirlilik ve evsel atıklardan ciddi biçimde etkilenmektedir.
Ege Bölgesi’nde özelikle Büyük Menderes Nehri kirlenmiştir. Büyük Menderes nehrinde evsel atıklar, sanayi kuruluşlarında oluşan endüstriyel atıklar, gübre ve pestisit kullanımından dolayı içinde çeşitli kimyasal maddeler bulunan, sulamadan dönen sular ile jeotermal enerji santrali atık suları kirlilik kaynaklarıdır.”
-“Gelecek nesillerin iyi bir çevre eğitimiyle yetiştirilmesi sağlanmalı”-
Ülkemizde tarımda verimliliğin artması ve gelecek kuşakların gıda ihtiyacının garanti altına alınması için tarımda sürdürülebilirliği sağlamanın şart olduğunu bildiren Bayraktar, şöyle devam etti:
“Toprak ve su kaynaklarını iyi yönetemezsek, tarımda verimliliği artıramayız, ülke nüfusunun gıda güvencesini, ekonomik kalkınmayı sağlayamayız. Sulamada etkinliğin sağlanması, yüzey ve yeraltı sularının en uygun şekilde depolanması, toprak ve su kaynaklarında kirliliğin ve israfın önlenmesi, tarım arazilerinin amaç dışı kullanımına izin verilmemesi, erozyonun ve çoraklaşmanın önüne geçecek önlemlerin alınmasıyla toprak su kaynaklarını koruyabiliriz.
Çevre sorunlarının önüne geçebilmek için gelecek nesillerin iyi bir çevre eğitimiyle yetiştirilmesinin sağlanması gerekir.
Çevre sorunlarının çözümü için sivil toplum kuruluşlarının etkinliği artırılmalı, kamu kuruluşları ortak çalışmalar yürütmelidir. Aksi takdirde ülkemiz ve dünyamız yaşanmaz hale gelecektir.
Plansız kentleşmenin önüne geçilmelidir.
Ormanlık alanların artırılması ve korunması sağlanmalıdır.
Kaliteli yakıtlar kullanılmalıdır.
Çevre konusunda yapılacak yatırımlar teşvik edilmelidir.
Ülkemiz tarım politikalarında çevre boyutunun ayrıca ele alınması önemlidir.”
-“Küresel ısınma büyük tehdit”-
“Küresel ısınma sonucunda ortaya çıkan iklim değişikliğinin, 21. yüzyılda insanlığın karşı karşıya kaldığı en büyük sorun olacağının aşikardır” diyen Bayraktar, şunları kaydetti:
“Dünyada küresel ısınmanın etkileri ve bitki örtüsünün zayıflamasıyla birlikte, ani ve şiddetli yağışlarla sellerin meydana geliyor ve doğal felaketler yaşanıyor. Küresel ısınma sonucu akarsu havzalarında yıllık akımlarda meydana gelecek azalma sonucunda tarımsal su gereksinimi artıracaktır. Su azalması, tarımsal üretim üzerinde olumsuz etki yapmaktadır. Bu nedenle Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde 3-14 Haziran 1992 yılında toplanan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda dünyadaki en önemli çevre sorunlarından olan iklim değişikliği ve çölleşme konuları da gündeme getirilmiştir. Bu konferansta küresel ısınmayı durdurmak amacıyla, insan faaliyetleri sonucunda atmosfere salınan sera gazı miktarının sınırlandırılmasını hedefleyen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi imzaya açılmış ve 21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Ülkemiz de atmosferde tehlikeli bir boyuta varan insan kaynaklı sera gazı emisyonlarının iklim sistemi üzerindeki olumsuz etkisini önlemek ve belli bir seviyede durdurmak için akdedilen “İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ”ne 24 Mayıs 2004 tarihinde 189’ncu taraf olarak resmen katılmıştır. 16 Şubat 2005’te fiilen yürürlüğe giren Kyoto Protokolü’ne Türkiye 26 Ağustos 2009 tarihinde taraf olmuştur.
İnsan sağlığı, ekosistemler, hatta insan neslinin sürdürülmesi bakımından tehdit oluşturabilecek olumsuz etkileri nedeniyle çok ciddi sosyo-ekonomik sonuçlara yol açabilecek bir sorun olarak değerlendirilen iklim değişikliği, özellikle son yıllarda uluslararası gündemin üst sıralarında yer almaya başlamıştır.
Sera gazı salınımlarının şimdiki hızında artmaya devam etmesi ve salınımların sanayi öncesi, 1850’li yıllar düzeyinin iki katına çıkması durumunda dünyamızın, bu yüzyıl içinde yaklaşık 3-6 santigrat derecelik ortalama sıcaklık artışı ve bunun küresel düzeyde yol açacağı doğal afetlerle karşı karşıya kalması kuvvetle muhtemeldir.
İçinde bulunduğumuz dönemde, yüzyıllardır dünyada tescil edilebilen en sıcak değerlere rastlanmaktadır. Ülkemiz dahil dünyanın birçok yerinde yaşanan doğal afetler ve dengesizliklerin küresel ısınmayla yakından bağlantılı olduğu bilim adamları tarafından ifade edilmektedir.
-“Akdeniz Havzası iklim değişikliğinden ciddi boyutlarda etkilenecek”-
Türkiye’nin de yer aldığı Akdeniz Havzası’nda bulunan ülkelerin iklim değişikliğinden ciddi boyutlarda etkilenecek olmaları artık bilimsel verilerle kanıtlanmıştır. Türkiye, küresel ısınmanın özellikle su kaynaklarının azalması ve çölleşme ile bunlara bağlı ekolojik bozulmalar gibi olumsuz yönlerinden etkilenmeye başlamıştır. Ülkemizde de son dönemde birçok sel ve doğa felaketi yaşanmıştır.”
-“Düşük karbonlu ekonomiye geçilmesi…”-
İklim değişikliğiyle mücadele kapsamında, düşük karbonlu ekonomiye küresel düzeyde geçilmesi hususunun, insanların yaşam biçimlerini, üretim ve imalat yöntemlerini değiştirecek köklü bir dönüşüm öngördüğünü vurgulayan Bayraktar, “Bu nedenle iklim değişikliğiyle mücadele ve uyum çalışmaları salt bir çevre sorunu olarak algılanmamalıdır. Gerçekte, bu mücadele gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin izleyeceği büyüme stratejilerini, enerji politikalarını, sağlık ve tarımla ilgili programlarını, su kaynaklarının kullanımını, gıda güvenliğini, düşük karbonlu ekonomiye geçiş ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerini doğrudan etkileyebilecek ve bunların geliştirilmesinde belirleyici olabilecektir” dedi.
Yorum Yazın