CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "Son 16 yılda, 48 milyon ton buğday, 15 milyon ton mısır, 5 milyon ton pirinç, 8,5 milyon ton ayçiçeği, 22 milyon ton soya, 12 milyon ton pamuk, 365 bin ton nişasta bazlı şeker, 72 milyar dolarlık tarımsal hammadde, 17 milyon ton bitkisel yağ, 18 milyon ton küspe ithal ettik. 189 milyar dolar ödedik. 189 milyar doları bizim çiftçiye ödeseydiniz, bizim çiftçi sadece Türkiye’yi değil, bütün Avrupa’yı doyururdu" dedi.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun, Babaeski Ziraat Odasının düzenlediği "Trakya'da Tarım Buluşması" toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Efendim, hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunarak sözlerime başlamak istiyorum. Az önce Sayın Başkan’ı büyük bir dikkatle dinledim. Trakya’yı anlattı, sorunlarını da anlattı. Ana başlıkları izin verirseniz ben de kısaca özetleyeyim. “Çiftçi yalnız ve savunmasız bırakılıyor” dedi. Size sözüm söz, namus sözü, çiftçi hangi partiye oy verirse versin, Cumhuriyet Halk Partisi tarafından sahiplenilecektir, asla yalnız bırakmayacağız. Çünkü çiftçinin alın teri çok değerlidir, masa başında kazanmıyor çiftçi, emek harcamadan kazanmıyor, alın teri döküyor, gerekirse günün 24 saati çalışıyor. Ona sahip çıkmak her şeyden önce CHP’nin namus borcudur. Eğer bu ülkede emek en değerli şeyse, o emeğe saygı duymak da bizim görevimizdir. Bütün çiftçi kardeşlerime çok açık ve net söylüyorum, sizin bütün dertlerinizi, Türkiye’nin her coğrafyasında dile getirmek bizim görevimizdir. Kendinizi asla ve asla yalnız hissetmeyin, sizin yanınızda olmaya devam edeceğiz.
BUNUN ADI YAPILANDIRMA DEĞİL, KAZIKLANDIRMA
Borçların acilen yapılandırılmasından söz etti, doğrudur. Sadece çiftçi değil, sade vatandaş da borç batağında. Efendim borçlar yeniden yapılandırılsın, olur, götürüyorlar, yapılandırıyorlar, üstüne faizi ekliyorlar, yeni bir taksit. Süre geliyor faizi ekliyorlar, yeni bir taksit. Bunun adı yapılandırma değil, bunun adı kazıklandırmadır. Yapılandıracaksan faizleri silersin, dersin ki gel kardeşim borcunu şu taksitle öde, anaparayı öde dersin. Veya faizi yüzde 1 yaparsın, yüzde 2 yaparsın, çiftçinin ödeyebileceği kadar bir şey olur. Üstüne faizi yık, bu sene ödeme, seneye. Seneye gene seçim var, bir daha erteleyelim, bir daha faizi üstüne yık, olmaz. Bunun adı yapılandırma değil. Dolayısıyla biz bu tür yapılandırmaları doğru bulmuyoruz. Çiftçi taksitini ödeyebilecekse bunun adı yapılandırmadır. Ödeyemiyorsa yapılandırma olur mu? Sadece seçimlere kadar biraz öteleyelim, seçimden sonra Allah kerim, nasıl olsa bir yolunu buluruz, çiftçinin gırtlağına basarız, şu veya bu şekilde ya malını ya traktörünü icra dairesine götürürüz, üstüne koyarız haczi, çiftçinin elini kolunu bağlarız, olmaz bu, doğru değil.
Çiftçi toprağını satıyor, evet. Trakya’nın en büyük sorunu budur. Bakıyor zarar ediyor, ektiği ürünün karşılığını alamıyor. İyi de bir fiyat çıkmış diyor, biz bunu satalım. Bugün Trakya’nın topraklarının büyük bir kısmı belli çevreler tarafından bilinçli olarak satın alınıyor. Ne olacak buradaki çiftçi? Büyük kentlerin varoşlarında taşeron işçisi olacak. Alın teri dökecek yer bulamayacak. Bu doğru değil. Devletin de bu konuda sağlıklı ve tutarlı bir politika, bir planlama yapması gerekiyor. Çiftçinin istediği ne? Karnımız doysun diyorSayın Başkan, elbette, sadece karnı doymayacak, karnı doyacak, hayat standardı da yükselecek. Herkesin hayat standardı yükselirken, çiftçinin hayat standardı yükselmezse, iki sınıflı bir toplum yaratmış oluruz. Bir ezenler, bir de ezilenler. Çiftçinin ezilenler sınıfında olması doğru mu? Alın teri döken onlar, çalışanlar onlar, traktöre binip tarlaya gidenler onlar, ürünümüz, hasadımız yerinde midir, değil midir diye çalışanlar onlar, gübreyi atanlar onlar, ilaçlayanlar onlar, bütün yükü sırtlayanlar onlar, efendim sadece karnı doysun, hayır. Karnı doyacak, hayat standardı da yükselecek çiftçinin. Çünkü çiftçi, 81 milyon vatandaşı doyuruyor, 81 milyon. Onun üstlendiği görevi Türkiye’de kimse yapmıyor. O nedenle Gazi Mustafa Kemal “Çiftçi milletin efendisidir” demiştir, bu laf boşuna söylenen bir laf değildir.
ÇİFTÇİNİN AK PARTİ HÜKÜMETLERİNDEN ALACAĞI TAM 100 MİLYAR LİRA
Değerli arkadaşlarım, size anayasadan bir madde okuyacağım, çoğu çiftçi arkadaşım anayasal hakkını dahi bilmiyor. Anayasa, 45. Madde: “Devlet, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer giderlerinin sağlanmasını kolaylaştırır. Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alır.” Kim söylüyor? Anayasa söylüyor. Peki, gereği yapılıyor mu? Gereği yapılmıyor. Yani anayasa açıkça ihlal ediliyor. Anayasa diyor ki, çiftçinin hakkını vereceksin. Ürettiği ürünün değerini vereceksin, tarım arazilerini koruyacaksın, bunun için gerekli tedbirleri alacaksın, planlamayı yapacaksın diyor. Kim diyor? Anayasa diyor. Gereği yapılıyor mu? Gereği yapılmıyor. Siz, her şeyden önce anayasal hakkınızı isteyeceksiniz. Bunun gereği olarak parlamentodan Tarım Kanunu geçti, parlamentodan da oy birliğiyle geçti, Tarım Kanununun 21. Maddesi diyor ki, “Her yıl en az milli gelirin yüzde 1’i oranında çiftçiye destek verilir.” En az yüzde 1, yüzde 2 de yapabilirsin ama yüzde 1’in altına asla düşemezsin diyor. Peki, geliyoruz, günümüze geliyoruz. Ne oldu, ne verildi? 2007-2017 tarıma destek, normalde kanun uygulansa 188 milyar lira tarıma destek verilmesi lazım, kanun öyle diyor. Hangi kanun? Tarım Kanunu. Hangi madde? 21. Madde. Peki, yapılan destek ne kadar? Fiilen 88 milyar lira. Çiftçinin, bu Ak Parti hükümetlerinden alacağı tam 100 milyar lira. Yasa uygulanmadı, anayasa uygulanmadı, 100 milyar liralık alacağını vermediler. Dava açın diyorum, kimse cesaret edip dava açamıyor. Alacağınız bu sizin, kanun diyor, ödenebilir demiyor. Ödenebilir denilse, idarenin takdirine bağlıdır, öder de, ödemez de. Ama ‘en az yüzde 1 destek verilir’ diyor, verilebilir demiyor, vereceksin diyor. Ne kadar? ‘Milli gelirin en az yüzde 1’ini vereceksin’, vermiyorlar.
DÜNYANIN BÜTÜN ÜLKELERİNDE TARIM STRATEJİK SEKTÖRDÜR
Şimdi bugün geldiğimiz noktada herkesin derdi var. Çiftçinin de derdi var. Size bir şey daha söyleyeyim. Tarım, hangi ülke olursa olsun, ister İngiltere, ister Almanya, ister Amerika, ister Sudan, ister Papua Yeni Gine, ister Togo, neresi olursa; dünyanın bütün ülkelerinde tarım stratejik sektördür, yani vazgeçilmez sektördür. Neden? Evinize buzdolabı almayabilirsiniz, araba almayabilirsiniz, televizyon almayabilirsiniz, koltuk takımı almayabilirsiniz ama günde 3 öğün yemek yemek zorundasınız. Hiç kimse kendisini açlığa mahkum edemez. Çoluk çocuk var, büyükler var, küçükler var, herkesin karnının doyması lazım. O nedenle tarım dünyanın bütün ülkelerinde stratejik sektördür, yani vazgeçilmez sektördür. Peki, bizde ne oldu? 2007, önce Dünya Bankası, arkasından İMF bir açıklama yaptı. “Tarıma yapılan destekleri kesin, vermeyin…” Vermediler. 100 milyar liranızı vermediler. Talimat geldi, vermeyeceksiniz, destekleme vermeyeceksiniz. Sonra, “Türkiye tarım alanından çekilsin…” Niye çekilsin? 81 milyonluk nüfusu kim besleyecek? Batının güçlü devletleri Türkiye’ye dayattılar, iktidara dayattılar, tarıma vermeyin desteği. Kim verecek? Biz vereceğiz. Benim çiftçim üretecek, ben Türkiye’yi doyuracağım diyor. Şu anda Avrupa’da bunun kavgası vardır; 81 milyonluk Türkiye’yi kim doyuracak, çünkü kendi kendisini doyuramıyor, bu gerçeği de bilmeniz lazım, yani bugüne kadar izlenen politika bilinçli bir politikadır. Öyle efendim bu sene hava kurak geçti, biz idare edemedik olayı değildir, olay bilinçli olarak 2007’den itibaren uygulanan bir hükümet politikasıdır,geldiğimiz nokta budur değerli arkadaşlar.
BİR DEVLET KENDİ ÇİFTÇİSİYLE REKABET EDER Mİ?
Peki, bu politikanın sonucu ne oldu? Son 16 yılda, 48 milyon ton buğday ithal ettik, 15 milyon ton mısır ithal ettik, 5 milyon ton pirinç ithal ettik, 8,5 milyon ton ayçiçeği ithal ettik, 22 milyon ton soya ithal ettik, 12 milyon ton pamuk ithal ettik, 365 bin ton nişasta bazlı şeker ithal ettik… Şeker pancarı fabrikaları niye kapanıyor? 72 milyar dolarlık tarımsal hammadde ithal ettik, 17 milyon ton bitkisel yağ ithal ettik, 18 milyon ton küspe ithal ettik… Dikkat buyurunuz, bunların içinde henüz saman yok, canlı hayvan da yok. Kaç lira ödedik? 189 milyar dolar ödedik. Şimdi ben bütün çiftçi kardeşlerime sesleniyorum, 189 milyar doları bizim çiftçiye ödeseydiniz, bizim çiftçi sadece Türkiye’yi değil, sadece Ortadoğu’yu değil, bütün Avrupa’yı doyurur muydu? Doyururdu. İzlenen politikanın Türkiye’yi hangi noktaya geldiğini hep beraber oturun, düşünün. Bu bir parti olayı değildir, altını çiziyorum, bu bir parti olayı değildir, bu bir Türkiye olayıdır Türkiye! Ne oldu? Sadece bu mu? Hayır. Gerçekten komik bir şey ama sanki Türkiye’de bütün araziler ekiliyor, ekilecek 1 metrekare yer kalmadı, gittiler, Sudan’dan 7 milyon 805 dönüm arazi kiraladılar. Niçin? Kanola ekeceklermiş, Türkiye’ye daha ucuza getireceklermiş. Bir devlet kendi çiftçisiyle rekabet eder mi? Senin ne işin var Sudan’da? Ekeceksen Türkiye var, ver parayı eksin. Hayır, orada ekecek, Türkiye’ye daha ucuza getirecek. Türkiye’deki çiftçi önemli değil diyor. Nasıl olsa onun oyu çantada keklik diyor. Ben ensesine de vursam oyunu alırım diyor. Bu oyuna lütfen gelmeyin. Bu oyuna gelirseniz, yarın topraklarınız olmaz. Yarın ekemezsiniz, üretemezsiniz. Türkiye önümüzdeki yıl açlıkla karşı karşıya gelirse hiç kimse şaşmasın, bir daha söylüyorum, önümüzdeki yıl Türkiye açlıkla karşı karşıya gelirse kimse şaşmasın. Ekmezseniz ne olur? İthalat olur, dövizle getiririz bunları. Boşuna mı bize diyorlar ekmeyin, Türkiye tarımdan çıksın. Fransa’nın tarım ürününün fazlası var, Almanya’nın var, Hollanda’nın var, Danimarka’nın var, İngiltere’nin var, Amerika’nın var, Rusya’nın var, hepsinin var. Hepsi gözünü dikmiş, şu Türkiye’de kimse ekmezse biz malımızı oraya satacağız ve bu oyuna geliyoruz. Hepinizin dikkatli olması lazım, hepinizin. Geldiğimiz noktada bir de komedi bir olay anlatayım size. 8 Aralık 2012, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin Tarım Bakanı Fransa’ya gidiyor. Kendisine bir şövalye nişanı veriliyor. Şövalye nişanı verilmesinin gerekçesi de şu, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Tarım Bakanı’nın, Fransa tarımına yaptığı katkı dolayısıyla, kendisine madalya veriliyor. Ve bu da Tarım Bakanlığı’nın internet sitesinde yayınlanıyor. O tarım bakanının görevi Türk tarımına mı katkı yapmak, Fransız tarımına mı katkı yapmak? Sizin vicdanlarınıza teslim ediyorum, başka bir yorum yapmıyorum.
BİR ÇİFTÇİNİN ZARARI MİLLİ ZARARDIR
Peki, nasıl kurtulacağız? Öyle ya, nasıl çözülecek bu olay? Dünyanın her tarafında tarımda şu ilke vardır: Bir, herkes ekecek. İki, herkes kazanacak, kimse zarar etmeyecek. Herkesin ektiği ama herkesin kazandığı bir tarım politikasını nasıl hayata geçireceğiz? Yapamıyorlar, defalarca söylememize rağmen yapamıyorlar. Dünyanın örneği var. Bunun bilinen tek yolu vardır, planlayacaksınız. Tarımda sağlıklı bir planlama yapacaksınız. Şu kadar buğday ekilecek, şu kadar şeker pancarı, şu kadar mısır, şu kadar nohut, şu kadar mercimek. Toprak analizlerini yaparsınız, bölgenin özelliklerini dikkate alırsınız, şen şunu ekeceksin kardeşim. Ektiğin zaman 1 yıl önceden de haber verilecek, ekeceksin şu fiyattan ben alacağım. Kimse zarar etmeyecek. Herkes buğday ekerse, herkes zarar eder. Herkes mısır ekerse, herkes zarar eder. Düşünün, bu dediğim tarımdaki planlama. Elin oğlu ne yapıyor? Elin oğlu sadece tarımda planlama yapmıyor. Bir sokakta iki berber varsa, üçüncü berberin açılmasına izin vermiyor, diyor ki üçüncü berber açılırsa, üç berber de zarar eder, falan yerde, falan bölgede berber yok, sen gidip orada açacaksın diyor. Niçin? Sen de zarar etme diyor. Bir çiftçinin zararı milli zarardır. Sadece o çiftçinin zararı değil, milli ekonomi zarar ediyor burada. Planlama yapacaksınız. Sağlıklı, tutarlı bir planlama yapacaksınız. Kimin ne ektiğini herkes bilecek, planlaması yapılacak, 1 yıl önceden fiyatlar belirlenecek, fiyatlar da verilecek, hiç kimsenin zarar etmeyeceği, Türkiye’nin kazanacağı bir planlama olacak. Bakın, Hollanda’nın yıllık tarım ürünü ihracatı 180 milyar doların üzerinde, Konya’dan küçük, nasıl yapıyor bunu? Planlayarak yapıyor. Sen çiçek ekeceksin, sen lale ekeceksin, sen şunu ekeceksin, sen hayvancılık yapacaksın diye her şeyi planlıyorlar. Hiç kimse zarar etmiyor, herkes kar ediyor. Hollanda devleti de kar ediyor. Biz? Kimin ne yaptığı belli değil. Bırakın planlamayı, yarın sabah ne olacağını kimse bilmiyor. Devlette geldiğimiz nokta budur. O nedenle hepinizin bilmesini isterim.
TEFECİ MİLLETİN EFENDİSİ OLDU
Bu sene daha henüz tarımcı krizi fark etmedi. Bakmayın siz daha henüz yolun başındasınız, daha fark etmediniz, asıl seneye göreceksiniz. Ben size örnek vereyim bakın: Üre; 50 kilogramlık torbası 2017’de 67,5 liraydı, şimdi 2018 Eylül ayı 110 liraya çıktı. 50 kilo DAP gübre 2017’de 85 liraydı, şimdi 162,5 liraya çıktı. İlaç alacaksınız, böcek ilacı bu yılın Ocak ayında 80 liraydı, şimdi 147 liraya çıktı. Artış yüzde 147. Bakırlı mantar ilacı 105 liraydı, 220 liraya çıktı. Emici böcek ilacı 23 liraydı, 60 liraya çıktı. Yabancı otla mücadele ilacı 716 liraydı 20 litreliği, şimdi 1331 liraya çıktı. Daha seneye asıl faturayı o zaman ödeyeceksiniz. Şimdi, bunun karşılığını alamazsanız çiftçi nasıl ekecek? “Köylü milletin efendisidir” demişti Gazi Mustafa Kemal Atatürk. Türkiye’nin kuruluşunda bu temel felsefe vardı, neden? Köylü ekiyordu, alın teri döküyordu. Kimseye el avuç açmayan bir Türkiye’yi ayağa kaldırdılar. Kendi kendine tarımda yeten, dünyadaki 7-8 ülkeden birisiydi. Bugün ithalat olmazsa, kendi kendimize yetemiyoruz. Açız yani ithalat olmazsa.
Değerli arkadaşlarım, köylü milletin efendisiydi. Şimdi, tefeci milletin efendisi oldu. Ne demek tefecilik? Tefeci şudur, tarlası varsa da çalıştırmaz, fabrikası falan yoktur. Bir masası vardır, bir sandalyesi vardır. İster 1 oda olur, ister evinde olur. Yanında telefonu vardır, dolabında da viskisi vardır. Bakar, kim yüksek faiz veriyor. Götürür, parayı yatırır, zamanı gelince faizini alır, atar cebe. İşçi yok, işveren yok, grev yok, toplu sözleşme yok, banka kredisi yok, taksiti nasıl ödeyeceğim derdi yok, kira derdi yok, ilaç derdi yok, gübre derdi yok, hiçbir derdi yok. Kim parayı verirse, faizi, onun düdüğünü çalar. Geldiğimiz nokta budur, bunlar şimdi toplumun efendisidir. Toplumun efendisi tefeciler… Diyeceksiniz ki ey Kılıçdaroğlu bunu nereden çıkardın? Şuradan… 16 yıldaiçeriye ödenen faiz, yani yurtdışında devlet tahvili hazine bonosu alıp köşeyi dönenlere ödenen faiz 699 milyar 532 milyon lira. Bir daha söylüyorum, 699 milyar 532 milyon lira. Faizin alındığı tarihteki dolara çevirdiğimizde de 408 milyar dolar ediyor.408 milyar dolar içerideki tefecilere ödenen faizdir. Hiç kimse alın teri dökmedi. Parası var, alıyor ve devletten faizi alıyor. Bir de yurtdışında tefeciler var. Borç alıyoruz ya yurtdışından. Borç alan ne alırdı? Emir alırdı. Dışarıya ödenen para ise, yurt dışındaki bir avuç tefeciye, Londra’da bunların ağırlığı, 156 milyar 293 milyon dolar. Bu da dışarıdaki tefecilere ödenendir. Boşuna demiyorum, tefeciler milletin efendisi oldu diye. Bunların hiçbirisinin üretimle bir ilgisi yok. Üretmeyle de bir ilgisi yok, tarla, fabrikayla da bir ilgisi yok. Lokantayla da, bir yerdeki berberle de bir ilgisi yok. Çünkü berber de hizmet üretiyor. Bunların sadece ve sadece paraları var, oradan faiz geliri elde ediyorlar.
SARAYDA KRİZ YOK, KRİZ VATANDAŞIN CEBİNDE
Peki, bu faizi kim ödüyor? Öyle ya, içeriye ödemişiz 699 milyar lira, dışarıya ödemişiz 156 milyar dolar. Kim ödüyor bunu? Sizler ödüyorsunuz. Niye geliriniz düşüyor? Bunun için, birisi bunun bedelini ödeyecek. İki yapılı bir topluma doğru hızla gidiyoruz. Bir, sarayda yaşayanlar ve onun çevresi. İki, halk. Sarayda yaşayanlar ve onun çevresi son derece huzur içinde, refah içinde. Sabah badem sütüyle, efulili bilmem nelerle, bilmiyorum adlarını bir sürü bunlarla besleniyorlar, hepsinin keyfi yerinde. “Efendim kriz yok…” Doğru sarayda kriz yok! Sarayda ne krizi olacak; bir elin yağda, bir elin balda!Kriz nerede? Kriz vatandaşta, vatandaşın cebinde, evin mutfağında kriz! Hala bunun farkında değil, kendi sarayın mutfağına gidiyor, her şey var. Görüyor sarayın mutfağını, beyler diyor kriz mi olur? Bak her şey var burada. Sarayda her şey var, git bir de bakalım, Ali’nin evine git bakalım, Veli’nin evine git bakalım, Osman’ın evine git bakalım, Ökkeş’in evine git bakalım, Adem’in evine git bakalım, Muhammed’in evine git bakalım. Onun mutfağı nasıl acaba? Dolabında ne var acaba? Bir oraya bak bakalım.
TÜRKİYE BÖYLE SOYULUYOR
Değerli arkadaşlarım, bunların vurgunu sadece faiz vurgunu değil. Bir şey daha var, günlük büyük paralar kazanırlar bunlar. Türk lirası oynar, onlar giderler bir dolara çevirirler, bir Türk lirasına çevirirler, bir dolara çevirirler, para kazanırlar. Bir örnek, 13 Eylül 2018, hayatın gerçeğinden. Sabahleyin açtınız televizyonu, baktınız, siz de bakabilirsiniz, doların kuru 6 lira 37 kuruş. Türkiye Varlık Fonu anonim şirketinin başkanı Sayın Erdoğan, TESK Genel Kurulu’nda konuşuyor; konuşması bitiyor doların kuru 6,37’den 6,54’e çıkıyor. Öğleden sonra Merkez Bankası Para Kurulu toplanıyor, faizleri Ocağa göre yüzde 8’den yüzde 24’e çıkarıyor, 3 kat arttırıyorlar. Doların kuru 6 lira 03 kuruşa düşüyor. 1 milyon doları olan 5 saat içinde 84 bin 577 dolar para kazanıyor. Kimin parasını kazanıyor? Sizin paranızı kazanıyor. Bir Türk Lirasına yatırıyor, bir dolara yatırıyor, bir daha ona yatırıyor, 84 bin 577 dolar kazanıyor. Türkiye böyle soyuluyor. Eğer yakayı tefeciye kaptırmışsanız, geldiğiniz nokta budur.
Cumhuriyet’in kuruluşuna götüreyim sizi. Milli Kurtuluş Savaşı veren dedelerimiz, babalarımız, hiç kimseye gidip el avuç açmadılar, yalvarıp yakarmadılar. Bize borç para verin ne olursunuz demediler. Bunlar ne yapıyor? İçeride dış güçler edebiyatı… Bazen kendisi, bazen damadı, hanedan ya, biri Londra’ya gidiyor, bir daha gidiyor. Almanya’ya gidiyor, bir daha gidiyor. Fransa’ya gidiyor, bir daha gidiyor. Katar’a gidiyor, bir daha gidiyor. Niye gidiyor? Ne olursunuz bize borç para verin, yalvarıyorlar. Milli Kurtuluş Savaşı’nı veren, onuruyla yaşayan bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin düştüğü hal budur. Bunu da sizin vicdanınıza teslim ediyorum. Çıkıp, bu böyle değildir diyemiyorlar, diyemezler de zaten. Bu rakamların tamamı devletin rakamları, benim değil ki. Açın hazineyi, açın Maliye Bakanlığı’nı, bütün bu rakamları orada görürsünüz zaten.
YANDAŞININ DOLARINA ASLA GÖZ DİKMİYORSUN
Efendim sadece bunlar mı? Hayır. Size bir havaalanı hikayesi anlatacağım. Belki okumuşsunuz, belki biliyorsunuzdur. Kütahya Zafer Havaalanı ihale ediliyor, müteahhit Türk, Kütahya da Türkiye’nin bir vilayeti. Türk Lirası dönüyor ama bunlar ihaleyi avro üzerinden yapıyorlar. 50 milyon avroya ihale ediyorlar, diyorlar ki sen burayı çalıştıracaksın, kazanacaksın. 25 Kasım 2012’de işletmeye açıyorlar, bundan 6 yıl önce işletmeye açıyorlar. Fakat buna bir de yolcu garantisi veriyorlar. Yolcu az olursa, parasını biz vereceğiz diyorlar. Rakamları okuyorum, vicdanınıza teslim ediyorum. 2012-2016 arasında, iç hatlardan 124 bin 867 yolcu uçmuş, dış hatlardan da 45 bin 677 yolcu uçmuş. Toplam 170 bin 534 kişi. Verilen garanti ne? Yolcu garantisi kaç? 170 bin değil, 4 milyon 73 bin 18 yolcu garantisi veriliyor. Kaç lira ödeniyor? 20 milyon 856 bin 848 avro, bir tek yolcu uçmadan götürüyorlar, parayı veriyorlar, garanti. Kimin parası bu? Şimdi bu sarayda oturan zat diyor ki, “ey vatandaşlarım, yastık altından dolarlı çıkarın, bozdurun.” Ben de diyorum ki, sen madem ülkeni seviyorsun, madem Türkiye’yi seviyorsun, sen bu döviz baronlarıyla niye işbirliği yapıyorsun? Bunlar götürsünler Türk Lirasına çevirsinler. Hala bu kaça kadar devam edecek biliyor musunuz, bu teminat? 21 Mart 2044 yılına kadar devam edecek. Nereden biliyoruz biz bunu? Namuslu bir tane Sayıştay denetçisi gitmiş, hesapları incelemiş, raporunu yazmış, demiş ki böyle bir karanlık tablo var. Kimin adına denetliyor? Türkiye Büyük Millet Meclisi adına. Bunu gündeme getirdik, hemen Sayıştay’ın internet sitesinden bu raporu çıkardılar, sanki millet görmeyecekmiş gibi. Biz varız, Cumhuriyet Halk Partisi var, biz bunu bütün millete anlatmak zorundayız. Bu para milletin parasıdır. Kime veriliyor? Bir kişiye veriliyor. Nasıl garanti veriyorsunuz siz? Sadece bu mu? Her yerde garanti veriliyor. Köprüden geçişte dolar, tüp geçit dolar, otoyol dolar, bunları Türk lirasına çevirin. İhaleler dolar, bunları çevirin Türk lirasına. Hayır, onlar çevrilemez. Niye çevrilemiyor? Vatandaşın dolarına göz dikiyorsun, yandaşının dolarına asla göz dikmiyorsun, o devam etsin diyorsun. Bunu da sizin vicdanınıza teslim ediyorum.
HAVAALANI İŞÇİLERİ İÇERİDE, VERGİ KAÇIRANLAR DIŞARIDA
Başka bir havaalanına gelelim, var ya yapılıyor büyük bir havaalanı. İşçiler dediler ki bizim haklarımızı verin, şimdi 24’ü içeride, hapiste. Niye hapiste? Gerekçelerini söyleyeyim. Diyorlar ki, “Hak isteyen işçi işten atılmasın”, bunu istediği için şu anda hapiste. “Habersiz şekilde işten atılanlar var, bunları işe geri alın” diyor, bunu söyledikleri için hapisteler. “Servis sorunumuz var, işe gidip gelmek için servis sorunumuzu çözün” diyor, bunu dile getirdikleri için hapisteler. “Tahtakurusu var, banyolar, tuvaletler temiz değil, biz de insanız, bunları temizleyin” diyor, temizleyin dedikleri için, tahtakurusu olmasın, kanımızı emmesin dediği için, bunlar şu anda hapisteler. “Revir sorunumuz var” dedikleri için hapisteler. Ve daha ilginç bir şey var; diyor ki, “6 aydır maaşını alamayanlar var, aylıklarını alamayanlar var, bunların aylıklarını ödeyin”, bunu dillendirdikleri için hapisteler. Bir şey daha söylüyorlar, “Bize bazen ücretlerimiz açıktan ödeniyor, yani peşin ödeniyor. Bankaya yatırılsın” diyor. Niçin? Benim sigorta pirimim yatsın, bankaya yatarsa sigorta pirimim yatar, ben sigortalı olurum diyor. İki, ben vergi kaçakçısı durumuna düşüyorum, en azından o da önlenmiş olur. Bunları söyledikleri için, bu arkadaşlarımız hapisteler. Vergi kaçıranlar dışarıdalar. Aynı tefeciler gibi. Şimdi, bir işçi ne yapar? Alın teri döker. Bir işçi ne yapar? Çalışır. Bir işçi ne yapar? Örgütlenmek ister, hak ister, adalet ister, hukuk ister. Bir işçi ne yapar? Haksızlıkla karşı karşıya kalırsa, hakkını talep eder. Geldiğimiz noktada sen hak mı talep ediyorsun? Sabaha karşı basılacak, işçiler alınacak, mahkemeye çıkarılacak, 24’ü hapse atılacak ve bu ülkede adalet var diyeceğiz hep beraber. Bu ülkede adalet falan yoktur. Ama adaleti beraber sağlayacağız. Birlikte sağlayacağız adaleti. Birlikte mücadele edeceğiz, bunun mücadelesini yapmak, hepimizin boynunun borcudur.
BİR BAHAR TEMİZLİĞİ YAPMAK ZORUNDAYIZ
İki havaalanından bahsettim, bir de uçaktan bahsedelim değil mi? Madem havaalanından açıldı. Efendim, 10’un üstünde uçağı var beyefendinin. Biniyor uçağa, dünyanın her tarafına gidiyor. Biner mi? Biner. Bir ülkenin Cumhurbaşkanı iyi bir uçağa binsin mi? Evet, binsin tabi. Kimin parasıyla? Bizim paramızla alınmış uçağa binmesi lazım. Kimse, sen şu uçağa niye bindin demez. Gezer, gazetecileri götürür, yandaş gazetecileri götürür, hiçbir itirazımız yok. Zaten Türkiye’yi karpuz gibi böldüler. Ama bir şey var, Türkiye’nin onuru, Türkiye’nin haysiyeti. Hiç kimse Türkiye’nin onuru ve haysiyetiyle oynayamaz. Size bir hikaye, gerçek bir hikaye, Yeniçağ’dan Murat İde yazdı bunu, yaşamında karşılaştığı bir olayla. 2008’de dönemin Cumhurbaşkanı, bir grup gazeteciyle beraber Katar’a gidiyorlar. Görüşmeleri izliyorlar, akşam odalarına çıkıyorlar, bakıyorlar odada bir kutunun içinde çok pahalı kol saati, çok pahalı. Oturuyor bir grup gazeteci diyor ki, “Bu saatleri almak bize yakışmaz, bu doğru değil. Makul bir şey olsa evet, ama bunlar çok pahalı. Bir maaşla alınacak falan saatler değil.” Türkiye’ye geliyorlar, o bir grup gazeteci oturuyorlar Katar Büyükelçiliği’ne bir yazı yazıyorlar. “Ekselanslarına bu güzel hediye için teşekkür ederiz. Ancak meslek ahlakı ve kurallarımız gereği böyle bir hediyeyi almamız doğru değildir. Nezaketinize teşekkür eder, anlayışınızı istirham ederiz” deyip, saatleri iade ediyorlar. Ve Murat İde şunu söylüyor: Ben o saati alamazdım diyor. Alsaydım, bundan sonra Katar Emirinin ülkemde atacağı her adımı, o hediyenin gölgesi altında değerlendirmek zorunda kalırdım. İade ederek, Katar Emiri ülkem için iyi bir şey yaptığında alkışlama, kötü bir şey yaptığında da söz söyleme hakkımı korudum diyor. Bundan daha güzel bir cevap olur mu? Dünyanın neredeyse en pahalı uçağı, Katar Emiri satacak, bizimki ilgilenmiş, biz 400 milyon dolar biliyorduk, meğer 500 milyon dolarmış. Daha içi yapılacak, o ayrı. Boyanması falan 100 milyon dolar ayrıca. Bunlar da olacak. Şimdi ben size neyi anlatayım? Çiftçinin içinde bulunduğu duruma bakın, saraydaki duruma bakın. Ne dedim, 2 sınıflı bir toplum oluşuyor. Saray ve etrafındakiler ile halk. Saray ve etrafındakiler Lale Devri’ni yaşıyorlar, her türlü lüks var, dünyanın her tarafından yiyecekler gelir, en lüks yiyecekler, en pahalı yiyecekler. Halk yarın ne yapacağını bilmiyor. Ve halkın önümüzdeki süreçte bir bahar temizliği yapma hakkı var. Bir bahar temizliği yapacağız hep beraber. İşçisi, çiftçisi, köylüsü, emeklisi, sanayicisi, tüccarı, herkes, hepimiz. Önümüzde yerel seçimler var, bir bahar temizliği yapmak zorundayız. Türkiye bunu kaldırmıyor. Bu kadar lüksü, bu kadar şatafatı kaldırmıyor. Adana’da bir adam işsizlik nedeniyle, yoksulluk nedeniyle çocuklarını, eşini öldürdü ve intihar etti. Yakınını aradım, “Yoksulluk her şeyi yaptırdı bize” dedi. Bir intihar edenler var, kendisini yakanlar var, çoluk çocuğunu öldürenler var yoksulluk nedeniyle, işsizlik nedeniyle; bir de bunları hiç duymayan, dünyanın hiçbir uygar devletinin, medeni devletinin kabul etmediği şartlarda yaşayanlar var.
TÜRKİYE’Yİ TEMSİL EDEN BİR KİŞİ ONURUNU, HAYSİYETİNİ BİR UÇAĞA SATAMAZ
Şimdi Katar Emiri kalksa, Türkiye aleyhine bir şey söylese, ne diyecek bu beyefendi?Yanlış yaptın dese, otur oturduğun yerde, bak sana uçak verdim der, başka bir şey demez. Otur oturduğun yerde, uçağı bile ben sana verdim, yarında istiyorsan sana bir başka şey vereceğim diyecek. Doğu Akdeniz’de İsrail, Katar, Mısır, Yunanistan doğalgaz arıyorlar. Katar’a bir şey diyemiyorlar. Sen o ortaklığın içinde niye varsın diyemiyorlar. Söyledikleri şu, bu kadar olmamalı, başka bir şey diyemiyorlar. Niçin? Arada uçak var. Bir kişi, Türkiye’yi temsil eden bir kişi, onurunu bir uçağa veremez, haysiyetini bir uçağa veremez, satamaz yani. Uçak istiyorsan biz sana uçak alalım, 10 tane uçağın var zaten.Yeni uçak istiyorsan biz alalım. Boğazımızdan keselim, alalım sana. Elin uçağında ne işin var senin? Katar Emiri eğer bize bir şey yapmak istiyorsa öğrenci yurdu yapsın. Ne olacak? Binlerce öğrenci yurt arıyor. 100 tane yurt yapılır, 300 tane yurt yapılır, 500 tane yurt yapılır. Yurt yap, niye yurt yapmıyorsun? Öğrencilere yurt yap, üzerine de senin adını yazalım. Madem Türkiye’yi çok seviyorsun. Türkiye’yi sevmiyor, dikkatinizi çekerim, Türkiye’yi sevmiyor, bir kişiyi seviyor. Niye sevdiğini de henüz daha tam anlamış değiliz, bunu da söyleyelim.
Türkiye bu koşullarda uzun süre gidemez. Bakın bu anlattıklarım bir parti olayı değildir, bu bir Türkiye olayıdır. Ak Parti’ye oy veren kardeşlerime de sesleniyorum, onun da vicdanına sesleniyorum. Onunda onuru ve haysiyeti var. Biz içerde tartışırız ama dışarıya karşı kol kolayız biz. Ama bu ülkenin haysiyetini ve onurunu koruyacak olanlar, hediye alanlar değil, hediyeye karşı onurlu, dik duranlardır ancak, budur yani. Haysiyeti, onuru bunlar korurlar. Sıkıntımız var ve bir sıkıntımız daha var. Sadece bunlar sorumlu değil tabi. Bütün bu rezaletleri görüp, hala destek verenler de sorumludur. Kimi kastettiğimi gayet iyi biliyorsunuz herhalde. Bütün bu rezaletler yaşanırken, biz hala destek vereceğiz diye meydan meydan gezip, gel beraber oturalım, ittifak yapalım diyenler de sorumludur. Milliyetçilik lafı sıradan bir laf değildir. Milliyetçilik, vatanseverliktir. Vatanın haysiyetini ve onurunu korumaktır milliyetçilik. Siz, uçağı alan kişinin arkasına dizilip katar katar destek verirseniz, ben her şeyden önce sizin milliyetçiliğinizi tartışırım, kimse kusura bakmasın. Milliyetçiliği en iyi anlatan bize rahmetli Ecevit’tir. Onun milliyetçiliğini sorguladıklarında, “Ben Akdeniz’in dalgalarına, Kıbrıs’ın Beş Parmak Dağları’na milliyetçiliği yazdım” diyor. Sen hangi milliyetçilikten söz ediyorsun? Biz, hep beraber güçlüyüz. Asla ve asla bizim kitabımızda umutsuzluk yoktur. 16 Mayıs 1919’da Bandırma’dan binip, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Gazi’nin yanında çok az sayıda kişi vardı. Bugün biz milyonlarız. Güçlüyüz biz. Yeter ki onurumuzu ve haysiyetimizi korumak için dik durmaya devam edelim. Hiçbir güç bizi alt edemez. Ne mahkemeleri, ne savcıları, ne polisleri, hiç kimse bizi alt edemez. Neden? Çünkü biz haklıyız. Biz haklı olduğumuz için sonuna kadar davamızı savunacağız, bu dava bağımsız, gelişmiş, kalkınmış, herkesin karnının doyduğu bir Türkiye Cumhuriyeti davasıdır. Beraberce, kardeşçe yaşadığımız bir Türkiye Cumhuriyeti davasıdır. Bizim davamız kutsal bir davadır.
Efendim, hepinize teşekkür ediyorum, hepinize saygılar sunuyorum.
Yorum Yazın