Gıdanın sorunu: Bolluk içinde yokluk
GıdaTürkiye Ziraatçılar Derneği (TZD) Genel Başkanı İbrahim Yetkin Dünya Gıda Günü nedeniyle yazılı açıklama yaptı.
Türkiye Ziraatçılar Derneği (TZD) Genel Başkanı İbrahim Yetkin Dünya Gıda Günü nedeniyle yazılı açıklama yaptı. Yaptığı açıklamada;
Gıda, yani beslenme sorunu tarih boyunca insanlığın en büyük sorunu olmuştur. Yakın zamanlara kadar bu sorun esas olarak insanlığı beslemek için yeterli gıdanın üretilemesinden kaynaklanmaktaydı.
Günümüzde ise gıda teknolojisindeki gelişmeler sayesinde bu sorun temel ürünlerde aşılmıştır. Yapılan hesaplamalar günümüzde buğday, et, süt, pirinç, mısır, sebze, meyve gibi gıdaların tüm dünya nüfusunu besleyecek ölçüde üretildiğini göstermektedir.
Buna karşın, dünyada gıda sorunu bitmemiştir; açlığın önlenmesi yönünde bazı kısmi başarılar elde edilse de sorun tüm ağırlığıyla insanlığı tehdit etmektedir.
Yapılan son araştırmalara göre dünyada halen 800 milyonun üzerinde insan açlık çekmektedir.
Açlık ve yetersiz beslenmeden kaynaklanan ölümler AIDS, sıtma ve tüberküloz gibi tehlikeli hastalıkların yol açtığı toplam ölümlerden daha fazladır.
Açlık en çok çocukları, yani gelecek nesilleri tehdit etmektedir. Dünyada her beş dakikada bir çocuk açlıktan ölürken yetersiz beslendiği için hastalıklarla mücadele gücü olmayan çocuk sayısı da göz önüne alınırsa bu rakam çok daha yükselmektedir.
Bu gerçekler, BM Gıda ve Tarım Örgütü'nün (FAO), geçtiğimiz yıl hazırladığı dünya beslenme raporu tarafından da doğrulanmıştır. Raporda, son 12 yılda 200 milyon insanın açlıktan kurtarılmasına karşın 805 milyon insanın, yani dünya üzerindeki her dokuz kişiden birinin, kronik açlığın pençesinde olduğu belirtilmektedir.
Bu rakam, Afrika gibi yoksul ülkelerin ağırlıkta olduğu kıtalarda her dört kişiden 1’e yükselmektedir.
Dünyada olduğu gibi Türkiye'de de gıda üretimi nüfus artış hızından daha yüksek bir oranda artmaktadır. Bunun sonucunda Türkiye’de üretilen tarımsal ürünlerin değeri 50 milyar doların üstüne çıkmış bulunuyor. Dünya sıralamasında 8’inci sıraya yükselmiş durumdayız.
Türkiye halen buğday, patates, arpa, şeker pancarı gibi temel ürünlerde kendine yeterli üretimi yapmaktadır. Nohut, mercimek, mısır, pirinç, kuru fasulye gibi ürünlerde ise yeterlilik oranı yüzde 80 ve üzerindedir.
Ancak dünyada olduğu gibi Türkiye'de de açlık ve yetersiz beslenme önemli bir sorun olmaya devam etmektedir. Bunun en önemli nedeni yine dünyada olduğu gibi gelir dağılımındaki bozukluktur.
Geçtiğimiz aylarda Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ) tarafından yirmi sekiz yıldan bu yana her ay düzenli olarak yapılan “açlık ve yoksulluk sınırı” araştırmasının sonuçları açıklanmıştır. Buna göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 1.344,58 TL'dir. Bu rakam, toplumumuzun önemli bir bölümünün yetersiz beslenme ve açlık sorunu ile karşı karşıya olduğunu göstermektedir.
2015'in geride bıraktığımız dokuz ayında gıda enflasyonu genel enflasyon oranının üzerinde gerçekleşmiş ve ekonomi yönetimi enflasyonun yükselmesinin altında gıda fiyatlarında görülen artışın yattığını belirtmiştir.
Gıda fiyatlarındaki artış genellikle tarımsal ürünlerin fiyatlarındaki artışa bağlanmaktadır. Bunda belirli bir gerçek payı vardır. Geçtiğimiz yıl tarım ürünlerinin rekoltelerindeki düşüş nedeniyle tarım ürünlerinin fiyatlarında belirli bir artış olmuştur. Ancak bu yıl rekoltelerde önemli bir artış olmasına karşın gıda fiyatları (dünyada düşerken) Türkiye'de yükselmeye devam etmiştir.
Bu durum gıda fiyatlarındaki yüksekliğin üretimin azlığı ya da üretici fiyatlarının yüksekliğinden değil, üretici fiyatları ile tüketici fiyatları arasındaki makasın açılmasından, başka bir deyişle aracı kârlarının yüksekliğinden kaynaklandığını ortaya koymaktadır.
Ancak tarımsal üretimin potansiyelin altında kaldığı da bir gerçektir. Bu durum ekilmeden bırakılan toprakların genişlemesinden hububat ve bakliyat gibi temel ürünlerde kayda değer bir üretim artışı olmayışından, hatta özellikle bakliyat alanında ciddi gerilemelerden de kaynaklanmaktadır.
Bu durumun en önemli sebebi, tarımsal girdilerdeki maliyet artışlarının yüksekliği ile üretici fiyatlarının düşüklüğü arasındaki çelişkidir. Bu durum çiftçiyi giderek daha pahalı üretirken ürününü daha ucuza satmaya zorlamaktadır. Bunun sonucunda geçinme imkanını kaybeden özellikle küçük ve orta çiftçiler tarım alanını terk etmektedir.
Bu çelişkiyi aşmanın en başta gelen yolu tüm dünyada olduğu gibi tarım ürünlerinin desteklenmesidir.
Türkiye'de Tarım Kanununa göre her yıl bütçeden milli gelirin asgari yüzde 1'i oranında kaynağın tarımsal desteklemeye ayrılması gerekmektedir.
2015 yılında bütçeden, çiftçiye doğrudan 10 milyar kaynak ayrılmıştır. KİT'lerin finansmanı, diğer müdahale alımları, kredi sübvansiyonu gibi kalemler de dikkate alındığında bu miktarın 13,1 milyar lirayı bulması beklenmektedir.
Geçen yıl bütçeden doğrudan tarımsal desteklemeye ayrılan kaynak 9,7 milyar TL idi. Bu rakam, Bütçe'nin sadece yüzde 2,2’si demekti. Sübvansiyonlu krediler ve müdahale alımları da hesaba katıldığında toplam destekleme miktarı 13.2 milyar TL’ye çıkıyordu. O durumda bile destekleme oranı Milli Gelirin binde 7’si düzeyinde kalmaktadır.
Gıda enflasyonunun, bir diğer kaynağı da ithal ürünlerdir. İthalat yalnızca kendimize yeterliliğin düşük olduğu ürünlerde değil, yeterinden fazla ürettiğimiz ürünlerde de gündeme gelmektedir.
İthalata bağımlılık gıda fiyatlarını iki yönden etkilemektedir: Birincisi, tarımda kullanılan mazot, ilaç, gübre gibi girdilerin fiyatları dolara endeksli olmaları dolayısıyla genel enflasyon oranlarının çok üzerinde artmaktadır; ikincisi, ithal tarım ve gıda ürünleri iç üretimi baltalayarak fiyatları artırmaktadır.
Ülkemiz, gıda ürünleri değil ama tarım ürünleri açısından, ithalatçı bir ülke haline gelmiş bulunmaktadır. Bu durumun en büyük nedeni uzun vadede bir çok üründe verimlilik artışına karşın rekoltelerin düşmesi ve buna bağlı olarak kendine yeterlilik oranımızın azalmasıdır.
Bir üründe ithalata bağımlı hale gelmek, ister istemez size empoze edilen yüksek fiyatlara bağımlı hale gelmek demektir. Bu duruma düşüldüğünde ise "ithalat lobisi" ve "spekülasyon lobisi"nin faaliyete geçmesi kaçınılmazdır.
Gıda enflasyonunun esas düğüm noktası burasıdır. Kuraklığın etkileri bir yıl sonra iklim koşulları düzeldiğinde ortadan kaldırılabilir, ama ithal girdi maliyetleri sürekli yükselirken, dışarıdan ithal edilen sübvansiyonlu ürünlerle rekabet etme şansı kalmadığı için üretimi terk eden çiftçinin ve ekilmekten vazgeçilen toprağın yerine yenisi koyulamaz.
Gıda fiyatlarının denetlenmesinde en büyük güçlüklerden biri de sektördeki işletmelerin büyük bölümünün kayıtdışı olmasıdır. Bu durum hem haksız rekabete hem de halk sağlığının olumsuz etkilenmesine yol açmaktadır.
Gıda sektöründeki aracı kârlarının denetimi, gıda güvenliği denetimini de kolaylaştıracaktır. Bunun yanı sıra yüksek aracı kârlarının sınırlandırılmasında çiftçi kooperatifleri ve üretici birliklerinin sanayi ve pazarlama alanındaki rollerinin ve etkilerinin artırılmasına yönelik önlemlerin alınması da büyük önem taşımaktadır.
Dünya Gıda Günü, tüm dünyada gıda politikalarının tartışıldığı, sorunların masaya yatırıldığı ve bunlara çözüm arandığı bir gün olarak yaşanmaktadır. Ülkemizde de bu günün göstermelik bir takım bildiriler ya da toplantılarla değil anlamına yakışır bir biçimde alınması gerekmektedir.
Daha sağlıklı ve daha yeterli beslendiğimiz günlerin gelmesi dileğiyle tüm üretici ve tüketicilerimizin Gıda Günü'nü kutluyoruz.
İlginizi Çekebilir