
Bu yazıyı, 1985-86 yıllarında yaşanan don felaketinde, tam verime geçeceği dönemde 40 dönüm narenciye bahçesini kaybetmiş bir üreticinin evladı olarak kaleme alıyorum. O dönemde ailecek verdiğimiz emeğin, umutlarımızın bir gecede yok oluşuna tanıklık ettim. Sabah kalkıp bahçeye gittiğinizde yemyeşil ağaçların sapsarı kuruduğunu görmek, elinizdeki tüm varlığı kaybetmek ne demek, iyi bilirim. Üstelik o günlerde ne TARSİM vardı ne de devletin üreticiyi ayakta tutacak bir desteği. Ziraat Bankası kredi borçlarını geri çağırınca, üretime devam etme şansımız da tamamen elimizden alındı. Bu yüzden bugün yaşananlara dair kaygılarım, sadece bir gazetecinin gözlemi değil, aynı zamanda bir üretici ailesinin yaşanmışlığıdır.
Son üç gündür Çukurova bölgesindeyim. 22-25 Şubat tarihleri arasında yaşanan zirai don olayının etkileri, konuşulanlardan çok daha ağır. Patates, sert çekirdekli meyveler, üzüm ve narenciye başta olmak üzere birçok üründe büyük kayıplar yaşanmış durumda. Yetkililerin de bu tabloyu yerinde gördüğünü düşünüyorum, ancak asıl mesele bundan sonra ne yapılacağıdır.
Bakanlık, zarar tespit çalışmalarını sürdürüyor. Üstelik uzmanların ortak görüşü, sadece bu yıl değil, önümüzdeki üç yıl boyunca Çukurova’nın üreticisinin ciddi kayıplar yaşayacağı yönünde. Özellikle ülkemizin önemli ihracat ürünlerinden biri olan limon, bu süreçten en ağır darbeyi alan ürünlerden. Önceki yıllarda kaybettiğimiz dış pazarlara erişim sorunu henüz çözülememişken, şimdi bir de don felaketiyle karşı karşıyayız. Ağaçlar, kuru bir yaprak gibi dokununca dökülüyor. Bahçelerin sökümlerine çoktan başlanmış, yani önümüzdeki yıl rekoltede ciddi sorunlar var.
Bölgedeki üreticilerle görüştüğümde, en büyük endişelerinin yalnızca bugünü değil, önümüzdeki üç yılı da kapsadığını gördüm. Soğuk hava yetmezmiş gibi kuraklık da ciddi bir tehdit olarak karşımıza çıkıyor. Bölgede su kaynakları hızla tükeniyor ve birçok çiftçi, Aydın’daki gibi kuru tarıma geçmek zorunda kalabileceklerini söylüyor. Üretici, yalnızca bugünkü zararların karşılanmasını değil, en az üç yıl boyunca desteklenmesi gerektiğini vurguluyor. Çünkü bölge en az üç yıl verim vermeyecek!
Bu noktada devletin acilen adım atması gerekiyor. Üreticinin borçlarının ertelenmesi, hatta faizsiz şekilde yapılandırılması şart. 2090 sayılı kanun kapsamında, %40’ın üzerinde zarar tespit edilen bölgelerin afet bölgesi ilan edilmesi mümkün. Bu nedenle tespit çalışmalarının hızlıca tamamlanması ve üreticinin yanında olunması büyük önem taşıyor. Ayrıca, Bakanlık ve TARSİM’e gerekirse ek bütçe tahsis edilerek üreticinin zararlarının karşılanmasının sağlanması da gerekmiyor mu? Eğer bu yapılmazsa, çiftçi üretimden kopar ve toprağını terk eder. Üretimden kopan ailelerin yerine hangi şirketlerin geleceği ise ortada değil mi!
Sorulması gereken asıl soru şudur: Kendi üreticimiz toprağını terk ettiğinde, bir daha geri döndürmek mümkün mü? Ne kadar proje üretilirse üretilsin, çiftçinin güvenini kaybettikten sonra tarıma dönüş kolay olmuyor. Çiftçiyi desteklemezsek, dışa bağımlılığımız artar, tarımda kendi kendine yeten bir ülke olmaktan çıkarız.
Üreticilerle gerçekleştirdiğimiz röportajları video haberimizde izleyebilirsiniz. Ancak unutulmaması gereken şu: Çiftçi bugün yalnız bırakılırsa, yarın bu topraklarda millet adına üretim yapacak kimse kalmaz!
Video: Mersinli Çiftçi Nuri Çıplak: "Don Felaketi Üreticiyi Zor Durumda Bıraktı"
Video: Mersin'de Çiftçiler Don Felaketi ve Kuraklık Karşısında Destek Bekliyor
Yorum Yazın